26 Aralık 2009 Cumartesi

0

2010 duy benii!

Bende kafa namına bi şey kalmadığını bu gece bir kez daha anlamış bulunuyorum. Aslında geri planda fon müziği bir nihavent dönüp duruyor ne zamandır, sen bi şey yapacaktınn diye.. ama, anca duydum.. Blog etrafında iki tur atarken ayıldım! MİM!! 2010'dan beklentilerimi yazacaktım, ya işte bu.. sonunda!

Diğer yandan ta en başta eli şakağında düşünen bir kahveperisi buldum, baktım haspam hala daha düşünüyor. Yapıştım yakasına ve,

"Şekerim nedir yani? Ne düşünüyorsun? Ne! En iddiasız, en elini eteğini hayattan çekmiş ve en elek kolleksiyonu yapan insanların bile.. hatta insan olması da gerekmiyor, misal bir kedinin, bir saksı menekşesinin, hatta benim sehpa çiçeğim Nurten'in bile geleceğe dair beklentileri olur. Olabilir demiyorum bak! Olur! Sen ne düşünüyosun len? Yok mu bi beklentin, bir isteğin? Erdin mi? Kırklara mı karıştın? Nooldu da bi havalandın yok beklentim falan diye mayışıyosun hayatının daimi bekleme odasında?" diye bi silkeledim.

"Hıı?" dedi uyuşuk.

Neyse işte, uğraşılmaz bununla. Mevzu şu ki, bu salak bi zamanlar hayat ile bi anlaşma yapmıştı. Anlaşma tutanağı (metni ya da kısa özeti de diyebiliriz) şöyle bir şeydi:

"... Hayatla konuşmak istedim, söyleyeceklerim vardı. Bence önemli şeylerdi, hem zamanı da gelmişti artık. Ama pek yanaşmadı konuşmaya. Galiba nelerden söz edeceğimi anlamıştı. Aramız iyi değildi son zamanlarda.

Israr ettim, başından savdı beni.

İnat ettim, zorladım hatta.

Sonunda bir gece kafa çekmeye karar verdik benim evde. Çevremizde başka sesler, başka ortaklar olmasın istedim. Fikir benimdi ve tabii buna da itiraz etti hemen. Olmaz dedim, illa da ev.

Buluştuk..

Rakı var, bir iki meze. Boyası daha kurumamış bir resim söyleniyor, sehpa çiçeği Nurten küsmüş bana, sarı çiçeklerini resmin üzerine döküyor. Hiç ses yok.

Geldi hayat. İlk günkü gibi. Nasıl güzel, nasıl yaşanası. Bir alım, bir ışıltı, İstiklal'in öncesi gibi. Bana nispet yapar gibi. Bak ne hoşum der gibi.

Bilirim ben bu hayatın afrasını tafrasını. Şimdi, kar altında İstanbul gibi masum, kırılmış bir oyuncak kadar yaramaz ve lilanın hüznü gibi ulaşılmaz.

'Ben' dedim, 'ben senden ayrılmak istiyorum. Yok işte olmuyor, yürümüyor, anlamışsındır sen de.'

'Bu bizim elimizde değil' dedi. 'Hayır yani çok istiyorsan çek git. Ama bil ki hayatın ötesinde ne var, kim var bilen yok. Hem zaten gideceksin bir gün, istemesen de..'

Çekip gitmek istemiyordum. Ne istiyordum onu da bilmiyordum ama hayatın içi değildi istediğim. Onu koluma takıp dolanmak istemiyordum. Onunla düşünmek, onunla karar vermek, onunla yürümek istemiyordum.

Ben durmak istiyordum.. Yol kenarında bir mola istiyordum. Hayattan kopuk, ama yaşamak istiyordum. O zaten dışarıda bir yerde olacaktı, gel dediğimde gelecekti.

Gel demek için geç kalsam da fark etmezdi. Ayrılmış olurduk elde olmadan, ya da molam, hayatım olurdu.

Biraz üzgün, biraz umursamaz içti.

Veda bile etmeden gitti..."

Ve şimdi,
stuven önce bu mim için kocaman bi teşekkür ederim. Düşündüm çünkü. Onca zamandan sonra ne istediğimi, kalan yıllarımdan ne beklediğimi düşündüm. Sonunda buldum. Bi şey istiyorum kendim için: Şu mola bitsin artık! Bitsin.. Molam hayatım oluyor çünkü. En yakın yıl 2010, ben de ondan bekliyorum bunu. Silkelesin beni, yine hırpalasın biraz. Çok yaydın çok dinlendin hadi kalk! desin. Mola bitti, hayata devam! desin.
Budur beklentim;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top