31 Ekim 2009 Cumartesi

0

Sevgili Günlük- Çikolata ve Mısır Gevreği Kaplı Şahane Kurabiye...





       İlk kez geçen hafta bir arkadaşımda yedim bu kurabiyeyi. Onunkiler daha minikti. Ben de yaptığımda minikti ama pişerken öyle bir kabardılar ki, bir dahakine çok daha küçük yapmam gerektiğini anladım. Ben ceviz büyüklüğünde hamurlardan yaptım. Demek ki yarım ceviz büyüklüğü daha ideal olacak. Küçük olması yeme kolaylığı açısından daha iyi...



       

Gelelim kurabiyenin tarifine...



       Malzemeler:

  • 3 yumurta

  • Yarım su bardağı toz şeker

  • Yarım paket oda sıcaklığında margarin (ben tereyağ kullandım)

  • Vanilya

  • Kabartma tozu

  • 500 gr. mısır nişastası

      Dış kaplaması için:

  • 1 kutu krem (herhangi marka) çikolata (ben yarım küçük kavanozdan daha az Nutella kullandım)

  • Yarım çay bardağı sıvı yağ

  • Yarım paket şekerli ya da ballı mısır gevreği

      Yapılışı:





       Kurabiye malzemelerini karıştırıp yoğurun. (Toparlanması biraz zor oluyor, benim bileklerim ağrıdı.) Kedidili şekli verip yağlanmış fırın tepsisine aralıklı olarak dizin. Pişince çok şişiyorlar çünkü.



       Pişip soğuyunca çikolata ve sıvıyağı benmari usulü eritin. Mısır gevreklerini ister rondoda, isterseniz elinizle ufalayın. Kurabiyeleri önce çikolataya sonra mısır gevreğine bulayıp servis tabağına alın.



       İşte bu kadar. Tadı inanılmaz güzel. Dışı çıtır, içi ağzınızda eriyor. Görüntüsü bir o kadar cezbedici. Çok tatlı sevmeyen ben bile bayıla bayıla yedim.



       Bu akşam misafirlerim gelecekti ama yemeğe mi çaya mı o kısmı meçhuldü. Ne yapsam derken zaten denemek istediğim bu kurabiyeyi yaptım.



       Lahana çorbası (bilenler bilir çorba denir ama koyu kıvamlı bir yemektir), mısır ekmeği, çerkes tavuğu, biber turşusu kavurması, pizza (ev yapımı tabii) ve bir de kek yaptım. Kekim de süper oldu ama kurabiyenin yüzünden kimse ona bakmadı bile... Keki artık eski tip alüminyum tepsilerde yapıyorum. Eski keklerin tadını buluyorum onda. Gerçekten nedense çok daha güzel kabarıyor ve özlü özlü oluyor, kalıptakinden daha güzel ve nostaljik bir tadı var.



       Abuk-subuk bir menüydü ama hep sevdikleri şeyler olduğu için (özellikle sevdiklerini yaptım zaten) çok memnun oldu misafirlerim.



       Yarın Pazar. Pek mesudum. Pazarları çok seviyoru-m-z ailecek.



0

Hem nezleyim hem korkak

Birkaç gün önce nezle oldum, akabinde de paranoyak: "Domuz gribi mii buu!? Fırk??"

Değilmiş, annem söyledi. Elinin tersiyle ateşim var mı diye bakması, teşhise yetti. "Ihlamur iç, ayaklarını sıcak tut bi şeyciğin kalmaz" dedi, ben de böylece anneye nazlanma fırsatını kaçırmış oldum. Bi bakıma iyi oldu, çünkü annemin ilgisinin ayarı pek yoktur. Bi ilgilenmeye başlayınca o ıhlamurlar rüyasında bile kovalar insanı.

Şimdi böyle rüya diyince aklıma Serdar Ortaç geldi. Hayır bi kere başladım yoksa bu rüya ve Serdarcım faslını anlatmanın makul bi yolu yok şekerler. Şöyle bi deneyecek olursam: Hani insanların anlamsız korkuları ne biliyim bazı gereksiz takıntıları falan vardır.. işte benim de böyle bi acayip korkum var. Bi tarihte programdı, yayınlanacak kliplerdi, konuk sanatçılardı, yayın bantlarıydı yetişti yetişmedi aman da aman falan filan derken, bi sabah uykumdan koşarak uyandım. Evet bildiğin koşarak! Yataktan hangi ara kalkmışım noolmuş hatırlamıyorum. Sonra hatırladım tabii. Hatırlamaz olaydım, o ayrı. Yani en azından kişisel gariplikler tarihime "uykusundan koşarak uyanır bu" diye bi not düşerdim ve unutur giderdim.

Ama öyle olmadı işte. Neden uykumda dellendiğimi hatırladım. Bir rüya görmüştüm! Rüyamda beni Serdar Ortaç, elinde bi adet mikrofon sopası ile kovalıyor. Artık neye sinir yapmışsa bayağı da ciddi adam. Böyle kızmış, kızmış o kadar kızmış ki, yüzü çizgi film kahramanları gibi biber kırmızısına dönüşmüş.

Yahu o değil de bundan terapi kanepelerine ne malzeme çıkar di mi? Neyyse artık.. başladık bi kere, devam.

İşte tee o zamandan beridir bende bi çeşit korku oluştu. Yani bu anlatılır bi şey değil ki, tam manasıyla "anlatılmaz yaşanır" bi hal. Düşünün bi, uykudayken yataktan can havliyle fırlayıp koşuyosunuz ve koridorda bir yerde uyanıyorsunuz, ve uyanınca, ne oldu nerdeyim ben falan diyene kadar yine koşuyorsunuz. (Bak anlatılmıyor.) Sonra rüyada koşma nedeni hatırlanınca korkunun yönü de hafiften kayıyor, ya yine rüyama girerse bu değerli sanatçı kişilik diye. (Gülmeyin olm valla fena bi şey!)

Ama tabii bilemezdim ki beterin beteri vardır. Ve o da yine Serdar beyle alakalıdır.

Şöyle bi şeydir: Bugün haber ya da gazete sitesiydi hatırlamıyorum, bir yazı okudum. Serdar Ortaç demiş ki (mealen): "Ben 'Asrın Hatası' bestemi tuvalette yaptım. Plajda ilham geldi, hemen tuvalete koştum, besteyi yaptım."


Şimdi sorarım size rüyasında Serdar Ortaç görme korkusu olan bi vatan evladına bu yapılır mığ? Ya bu gece rüyamda, tuvalette beste yapan bi Serdar Ortaç görürsem nic olur halim? Hayır böyle bi şeyden koşarak da kaçılmaz ki anasını satim.. uçmak lazım anca uçarsın, o olur bak. Da, bari camı çerçeveyi kapatıp yatayım bu gece, zaten hava da soğuk.

28 Ekim 2009 Çarşamba

0

Sevgili Günlük- Tabu, Kestane, Cimdik, Saç Çekme....





       Genelde kalabalık olunca, bayramlarda falan oynarız tabuyu. Akşam eve girip daha üstümü çıkarmadan, okulun öğleden sonra tatil olması ve yağmur yağması sebebiyle evde feci sıkılan oğlum, "yemekten sonra upwords oynayalım mı?" dedi. Çatıya çıkıp dün tadı damağımda kalan şapka dikme operasyonumun ikincisine kendimi hazırlamışken, bu özel isteği kıramadım.



       Yemek yedik Ben ortalık toplarken baktım o sehpayı hazırlamış. Son anda daha çok eğleniriz diye tabuda karar kıldık. O sırada klasik kestane kesme görevimi de ifa ettim. Komşum tavsiyesi üzerine, maket bıçağıyla kestim bu sefer. Gerçekten çok daha kolay oluyor. Ben de size tavsiye edeyim. Ucunu fazla çıkarmadan, kibar kibar kesiyorsunuz.



       Kestaneler pişerken ben annemi arayayım, dedim. Tam 25.dk konuşmuşuz. Telefonu kapattım, kestaneleri fırından çıkardım.



       Tabu sonrasında ben çok yorgun düşüyorum. Hala kollarım cımırılmaktan acıyor, saçlarım çekilmekten, çenem sıkılmaktan...



         Kuklalı anlatımda süreyi yettiremiyorum, konuşmadan edemiyorum. Sonra da çıngar çıkarıyorum. Daha kalabalıkla çok daha güzel oluyor. Daha da gürültülü oluyor tabii. Oyun sırasında birbirimize davranışlarımızı gören, bir daha bunlar yüzyüze bakmaz herhalde der, hakaretler havada uçuşuyor ama gülmekten de karnımız ağrıyor.



Salonun loş ışığından dolayı fotoğraflar berbat. Fakat kestaneler çok güzeldi :)



       Yarın sabah oğlum uzun zamandan beri katılmadığı bayrama katılacak. Yağmur da yağıyor, ertelenebilir sanırım.



      Cumhuriyet Bayramımızı kutluyorum ve şu güzelim ülke topraklarında bölünmeden, kardeşçe, refah içinde yaşadığımızı gözlerimi kapamadan görmeyi diliyorum.





27 Ekim 2009 Salı

0

Sevgili Günlük- Elif' in Bebek Odası...







       Daha önce hamile kolyesinden bahsettiğim kuzenimin doğumu çok yaklaştı. Hatta bugün yolladığı baby shower fotolarının olduğu mailde yarın için bebeği alabileceklerini yazmış.



       Geçtiğimiz haftalarda bebek odasının fotoğraflarını da yollamıştı. Klasiğin çok dışında kullandığı renk ve eşyalarla benim çok hoşuma gitti. Sizlerle de paylaşmak istedim.



       Doğumdan sonra gelen misafirler için hazırladıkları şekerlerin kabına kadar gri-füme tonlarda düşünmüş.



       Biz olsak renk renk çeşit çeşit zıbın, çamaşır vs... alırız. Tek renk, tek model seçmiş hepsini.





      









Çorapları bile gri-beyaz :)





       Daha dün Naz için baby ugglardan bahsetmişken fotolarda görünce gülümseyiverdim. Bebişe de ikiz teyzeleri almış bu minik uggları :)













   Küveti bile gri.









   

       Baby shower için gelenler Elif' ten habersiz kapıda toplanmışlar. Sol baştaki deri ceketli ve sağ baştaki sarışın renkli atkılı olan Elif' in kardeşleri, ikiz kuzenlerim. Aslında çok benzerler ama saç renklerinden dolayı ikiz gibi görünmüyorlar... Çetebaşı bu teyzeler :)



Bu emzikli fotoya bayıldım :)



Ellerindeki pankartta Elif' in bebeklik fotoğrafları var.



   Elif' in kapıdaki şaşkın hali :)













        Biri espri olsun diye, kakalı görünümlü bez getirmiş. Açarken Elif 'in yüz ifadesine dikkat :)







...... ve açtıktan sonra :) :) sanırım fıstık ezmesi bu :)

 





Onlar için dua edin, yarın bebişimiz gelebilir. Dönmediği için sezeryan yapabilirler. Bu akşam dönerse hepimizin istediği gibi normal doğum yapacak.



Güncelleme: Bebişi sezeyanla almaya karar vermişler. Epidural anestezi olacakmış. 9. Kasım' a gün almışlar.

0

Naz' a Pazen Elbise



       Kumaşçıya yaşlı kadın pazeni istiyorum dedim. Eteklik mi? dedi. Sinir olurum alacağım şeyden ne yapacağımı soran erkek esnaflara. Senin mutfak perdesi diye sattığınla elbise bile diktim ben, banyo peştemalinden de yine elbise diktim. Hadi nalburların sorularına alıştım, onlar haklı bir nebze de, tuhafiyecilerin soruları gerçekten tuhaf ve bunaltıyor beni.



       Bayan esnaflar daha bir anlayışlı ve tuhaflıklara açık. Mesela geçen masa örtüsü kumaşına bakarken, kadın bana, "siz bundan masa örtüsü yapacakmış gibi bakmıyorsunuz pek", diyerek gülümsedi.



      Aman neyse işte, geçen bayram Naz için diktim bu elbiseyi. Kalıbını annemin ördüğü bu elbiseden çıkardım. Yoksa gözümle kestiremiyorum bebek ölçüleirni ben. Robalı, kollarda ve roba altında ikişer pili yaptım. Olmazsa olmaz kuşumu keçeden kesip, diktim. Yaka ve roba dikişini sutaşıyla süsledim.Yakası biraz açık olmuş, eve geri getirdim. Kalan kumaşla da bandana dikmiştim, ne yapsam ne yapsam derken yaka genişliğinde lastik ördüm ve yakaya diktim.



       Öyle pembe falan değil, siyah ya da sütlü kahve kilotlu çorapla, yine pembe olmayan bir renkte ugglarla giymesi şartında vereceğim ona :)

Mesela bunlar gibi...



 





26 Ekim 2009 Pazartesi

0

Sevgili Günlük- Masa Örtülerim vs...



        Önceki postumda Mudurnu gezimizden bahsetmiştim. Bu masa örtülerini oradan aldım. Çini desenleri çok hoşuma gitti. Gelince hemen makinaya attım, hiç boya da vermediler.





Bugün bahçedeki masama serdim bile birini...



       Normal boyutta masa örtülerinin yanında bu parçaları da gördüm. İlk Bıdık' a almak geldi içimden. Sonra renk seçimi yapamadım 5 tane aldım. Abisi siyahını beğenip taktı ona. Geçen ay ona diktiğim t-shirt eskimişti, fuları da en son balık ziyafetinden sonra yanına yaklaşılmayacak kadar kirlenmişti, onları attık. Yeni fularıyla Bıdık. Uykudan zorla uyandırdım. Poposunu kaldıramadı bir zahmet.







       Önceki yazımda bahsettiğim gibi Mudurnu'ya giderken Sarot'a uğradık. Sarot haritada gördüğünüz bölgede yapılmaya başlanmış, eğer bittiğinde vadettikleri gibi olursa süper lüx termal tesisler ve Marmara' nın 2. büyük kapalı ve açık aquaparkının olacağı, devremülk şeklinde işletilen bir termal tesis. Satış temsilcilerinin örnek binayı bize gezdirirken verdikleri bilgilere göre tüm bloklar birbirine tünellerle bağlı (termal havuzlardan çıkıp ısı farkından etkilenmemek için), 16 termal havuzu olan ve bunların bilinçli kullanımını sağlamak için 11 alanında uzman doktor tarafından, kişilerin yönlendirileceği, ozon terapi, çamur terapi vs... bitki banyoları kullanımı, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve özel sigorta kurumlarıyla anlaşmalı, karda havuz keyfi yapabileceğiniz havuzları bulunan devasa büyüklükte bir tesis. Ayrıntılı bilgi sitelerinde var.



       Pazar günü kahvaltı sonrasında Cumartesi grubumuzdan eşleriyle birlikte tekrar görmeye gidenlerden üç aile de akşam döndüklerinde birer devremülk sahibi olmuşlardı. Ödeme koşulları da çok uygun. 1+1 daireleri 2.000 lira peşinat, 300 lira x 22 ay taksitle almışlar. 2+1 ve üzeri dairelerde fiyat değişiyor doğal olarak. Aylık bakım aidatları da 40 liraymış. En cazip yanı da devremülk tarihlerinin sabit olmayışı. İstediğiniz takdirde kendi döneminizi kullanmak yerine becayiş yapıp başka dönemde de tatil yapabiliyormuşsunuz. Örnek daireleri de çok güzeldi.
0

Sevgili Günlük- Mudurnu...



Cumartesi 15 kişilik bir grupla Mudurnu' ya gittik. Çoğu daha önce gitmiş ama ben ilk gidiyordum.





Küçük ilçeye girer girmez konaklar gözünüze çarpıyor. Fotoğraftaki bizim yemek yediğimiz konak. Başka bir konağın bahçesinde de kahvemizi içtik.



       Masalar, sandalyeler tarihi dokuya uygun olarak kendi haline bırakılmış, doğal görünümleriyle kullanılıyordu.



       Konaklarda konaklamak mümkün. Odalar aşağıdaki gibi. Eskinin gömme banyolarının içine klozet ve duş konularak banyo olayı da halledilmiş. Temiz görünüyordu ama çok konforlu olduğu söylenemz. Konağın alt katı ve bahçesi restaurant olarak kullanılıyor. Odalar üst katlarda. Üst katlara ayakkabılar çıkarılarak çıkılıyor. Yerler ahşap zemin üzerine halı döşeli.



       Ben böyle yerlere kalmak açısından, sadece karşıdan bakıp beğenmeyi tercih edenlerdenim. Biraz hijyen takıntım var. Ailecek hepimizde var aslında. Burada kalır mısınız? deseniz, ııh kalmam. Görünürde kötü birşey görmedim ama takıntılıyım malesef. Mesela sürahi yerine bakır ibriklerle yemekte su getiriyorlar. Ben içini göremediğim nesnelerden su içemiyorum. Testiden de içemem. Su da sanırım kuyu suyuydu kimse içemedi. Şişe su istedik. Kuyu suyunun ağır, yapışkan bir tadı var. Dişlerinize suyun yapıştığını hissediyorsunuz.



       Yemeklerinden dombay fasulyesi, kaşık sapı, ev baklavası, un helvası meşhurmuş. Ben kurufasulye sevmem. Fakat yiyenler beğendi. Kaşıksapı bana çok değişik gelmedi. Kulak deriz biz. Suyla yoğrulan hamurdan kare kare kesip ortasından büzeriz. Tereyağı, peynir ya da sarmısaklı yoğurtla yeriz. Ona benziyor. Farkı üzerine keş, ceviz ve tereyağı dökülmüş. Bolu eriştesi yiyenler bilir, erişte kaşık sapından daha lezzetli.



       Tatlı olarak baklava ve un helvası geldi. Baklava duble en ve boyda, çok tatlı değil, içi çok iyi pişmiş, kuru ve çok lezzetliydi. En çok onu sevdim. Un helvası sevmem ben. Yiyenler bayıldı.



       Oraların ekmeği meşhurdur. Konakta yöresel yemek yerken bildiğimiz beyaz ekmeğin servis yapılması hepimizi şaşırttı. Önden köy ekmeği ve tereyağ beklentimiz suya düştü.



       Pazarından bazıları fasulye, esmer pirinç aldılar. Yakın olduğumuz için buralara da getiriyorlar, taşımaya değmez diyerek, ben almadım.



       Sonuç itibarıyla Mudurnu' yu çok gelişmemiş, gelişmeye de pek niyeti olmayan bir yer olararak buldum-bulduk. Biz de çok büyük bir yerde oturmuyoruz ama bizim memlekete girince büyük şehire gelmiş kadar olduk hepimiz.









Konağın içinde her odanın kapısında bu tarzda tabelalar vardı. Elektrik anahtarları da çok ilginç ve şıktı.



Pazarını, çarşısını da gezdik. Küçücük biryer zaten. Otantik eşyalar satan biryerden masa örtüleri vs... aldık. Onları yıkadım. Daha sonraki postta gösteririm. Desenlerine bayıldım.



Bir de kumaşçıda tüm yaz boyu aradığım tülbent kumaşların çok çeşitlerini gördüm. Fakat çok pahalıydı. Bir de işçilik katınca hazırını almak daha mantıklı diyerek, almaktan vazgeçtim. Bir tuniklik kumaş yaklaşık 60 liraya geliyordu. Genel olarak Mudurnu esnafı bana biraz fazla uyanık geldi. Herşey normal fiyatının en az 2-3 kat üzerindeydi. Böyle bir yerde turist kazıklama mantığı bana çok normal gelmedi.



Mudurnu beni çok cezbetmedi açıkçası. Fakat grubumuz şenlikli ve yolculuğumuz güzeldi.



Giderken Sarot' a uğradık. Onu bir sonraki postta yazarım.



Mutlu haftalar...





25 Ekim 2009 Pazar

0

OTLU KURABİYE

Bu Dr. Öetker'in kabartma tozu paketlerinin arkasındaki tariflerden Komşum yapmıştı çok beğendim tarifi alıp bende denedim Beğeneceğinizi umuyorum

2 yumurta
150gr. tereyağ
1 tatlı kaşığı tuz
1 su bardağı kaşar peyniri rendesi
2,5 su bardağı elenmiş un
1 adet kabartama tozu
Yarım demet maydanoz
Yarım dereotu
5 adet taze soğan
1 yumurta ve 1 yumurtanın akını, margarin, tuz ve kaşar peyniriyle karıştırın. İnce doğranmış maydanoz, dereotu ve soğanı da ilave ederek yoğurmaya devam edin.Unu ve kabartma tozunu da ekleyerek yoğurun.Elimizde küçük kurabiye şekli verip üzerlerine yumurta sarısı sürüp 180°C önceden ısıtılmış fırında pişirin
0

Ebru Şallı güzel biz çirkinn


Ebru Şallı şişman kadın çirkindir falan diye bi aşka gelmiş, zenci poposundan girip, vatan er kişilerinin yemekte salça kadında kalça devrini kapattıklarından çıkmış. Böyle salmış bayır aşağı beyanları, inmiş dvd satış durağında yakalayıp çuvallara doldurmak istemiş amaa.. ey gidi ey! cep telefonu şeysiyle helikopter düşürme usulü suikast haberinden, ellerinde kol kadar mızrakla çıkan ve çıkardıkları mızrağı çuvallara sığdıramayan Taraf ahalisinden hallice bir edayla çuvallamış. Ayol hiç değilse Taraf camiası kerhen merhen bi yarım ağız sorry anacım falan dedi, bu hanımkızımızda o da yok.

Hayır şimdi şişman derken göz var nizam var kuralına göre herkeslerce şişman olarak kabul edilen kadınlardan söz ettiğine inansam, sağlıklı yaşam iyi yaşam güzelim yaşam sevdasına hürmeten susacam. Belki bi hayrı dokunur diye. Ve fakat şekerim Ebru hanımcıımın şişman tanımı alayımızı obezitenin kapı dibine hem yetim hem öksüz bi şekilde bırakır, hıhh der çeker gider. Kala kalırız öyle yuvarlacık hatlarımızla.

Bu arada bi şey itiraf edecem, neymiş len bu zenci poposu diye internette bi aranayım dedim. Tavsiye etmiyorum canlarım önce onu bi söyleyeyim. Sabah sabah o kadar popoyla muhatap olmak insanı kendi bedenine bile yabancılaştırıyor. Hoş değil. Cık. Hatta böyle ekranda boy boy zenci popoları ve akabinde kıyaslamalı olarak renk renk popolar yüzbin baloncuk gibi uçuşmaya başlayınca, bende de bir aydınlanma hali vuku buldu. (Bu kısım tavsiye edilebilir faaliyetler kapsamında değerlendirilebilir. Ancak uyarayım peşinen: Sonuç garanti değildir.)

Başka bedenlerin orasına burasına özene bezene kitlenip kalınca, insan evladının kendi bedenine düşmanlık hissetmesi söz konusu olabiliyor. Ellere var da bize yoh mu genel kaidesi mucibince insanlar, ellerin poposuna kaşına gözüne beline tenine sahip olmak için vücutlarına harp ilan edebiliyorlar. Sonra asma germe sistemi çalışan bi takım spor faaliyetleri gibi, efenime söyliyim bir ameliyat masasında bakım onarıma alınmak gibi silahlarını kuşanıyor vee.. günde üç ceviz beş fındık bol seks çok yürüyüş stressiz bi hayat kuşlar çiçekler ve o çiçeklerin çayları temalı bir reklam filminin ağaç arkasından el sallayan figuranı kılıklı bir insan modeline evrilmek için ölümüne savaşıyor.

Ebru Şallı gibi kanaat önderleri oluyor, Ebrucum Şallı gibi yaşam koçları oluyor ve yine hikmetinden sual sorulmaz Ebru bacım gibi komtanları oluyor. Sonra böyle üf üf hohh püff diye cihat ilan ediliyor mıncırılmak için dizayn edilmiş ele avuca gelesi yanlarımıza. (O üffler püffler nedir biliyosunuz di mi? Hayır en azından bi kere bile olsa her solunum yapan organizmanın görmesi gereken bir "Ebru Şallı usulü nefes alıp verme şeysi"dir, ölmeden görülesi şeyler listenize ekleyiverin anacım.)

Ben sordum sabah sabah bazı vatan evlatlarına, "nelaakası var Dilaanımcım asıl o sopa gibi kadınları beğenmezuk!" didiler. Bilgilerinizeahahh..

23 Ekim 2009 Cuma

0

Gülşen Bubikoğlu Elbisesi Diktim :)



       Kumaşı ilk gördüğümde aklımdan geçen buydu. Gülşen Bubikoğlu elbisesi dikeceğim, dedim, diktim-rahat ettim. Kalıpsız çalıştım.Hatta kumaşın üzerinde çizim yaptım diyebilirim. Belden kesik. Etek kısmını verev kesim yaptım. Bunlar son provadan görüntüler. Ufak tefek işleri kaldı. Bu kemeri 1 liraya aldım. Kumaşın metresi 4 lira. Delikli triko olduğu için astarladım. İlk fotodaki 3 yıl önce kendi diktiğim triko şalım.



       İlerleyen günlerde asıl mesleğimle daha çok haşır neşir olacağım. Bu kış ahdettim; sadece yarım kalan yatak örtümü bitirip, dikiş dikeceğim. Daldan dala konmayacağım. Şahidimsiniz. İşte buraya yazdım :)

Yeni dikiş makinam süper bu arada...

0

Balmain

Haifa wore this strapless purple sparkled dress for her appearance at a concert dedicated to tolerance of all races and ethnicities. This concert included many artists from the Arab world and beyond. This dress was designed by Balmain from their spring 2009 collection.

0

Zuhair Murad

Haifa wore this off the shoulder silver dress for her photoshoot set with make up artist Bassam Fattouh. This dress comes from Murad's fall 2007 collection

0

Kokular ve anılar üzerine

stuven mimlemiş beni:)
Konumuz: Kokular ve bize hatırlattıkları. "Koku ve anı" denince aklına hacışakir klasik sabun kokusu ve ah çocukluğum! gelen biri bu durumda ne yapar? Sadece ben değilim biliyorum, bizim böyle bir nesil insanımız var. Zaten o anıların hatrına evimden o beyaz sabun eksik olmaz benim. Gidip gelip kokladığımı bile bilirim, o derece:)

Bir de eskilerden kalan kahve kokusu vardır belleğimde. Anneannemle birlikte hatırlıyorum onu da. Bir de ortanca teyzem! Bende teyze çok anacım çook! Boy boy teyzem var benim. En küçükleriyle aramda 7 yaş var, ablam gibi bi şey olmuştu hatta. Çok getir götür işine koşmuştur beni cadı! Ama şimdi kahve kokusu ve anneanne ile birlikte niye belleğinden zıpladı geldi diyosanız, tatata tamm!! İşte buraya dikkat lütfen.. Çünkü: Ben ta o zamanlardan beridir bi kahveperisiyim! Anneannem çok nefis kahveler yapardı, teyzem de afiyetle içerdi. Ben küçük olduğum için sadece koklardım. Vermezlerdi bana. Ama tesellisi vardı: Teyzem kendi içtiği kahvenin falına bakardı, ben de kahveperisi olurdum:)

Sonraları kazık kadar olunca bi ton kahve içmeye başladım. Ve, unutulmaz kokular çekmecesine sigara kokusu da saklandı. Bak hala daha burnumda tütüyor adi şey! Sigarayı bıraktım, iki yıl kadar oluyor, ve fakat o kokuyu unutmak mümkün değil be kardeşim. İç desen içmem, zerre canım çekmiyor, hatta yolda şurda burda sigara kokusu alınca midem kalkıyor falan ama, artık nasıl belleğe yer etmişse, kahvenin yanında içilen sigaranın kokusu gibi bi şeyin de yeri dolmuyoorr! ühühüü..

stuven demiş ki:"ah bir de sevgilinin kokusu var ki ona hiç değinmiyorum" (demiş ama bak böyle tek tek yazdım ben bunu stuven? niçüün kopyalanmıyor bunlar:))

Sevgili kokusu.. evet aslında olabilir. Bir dönem için de olsa, neden olmasın olabilir. Sevgili insanı eski sevgili saflarına katılınca, koku falan kalmıyor, uçuyor zamanla o ayrı:)

Bir de şey var mesela: Hacı yağı kokusu! öğğykk.. Yine çocukluğuma iniyoruuzz ve bu sefer bir "gün" deyiz. Yahu tam bir çocukluk travması! Hayır anneme de kızıyorum, ne alakası var şekerim? Sen ne diye alıp bacak kadar çocuğu günlere taşıyosun yanında? O zamanlardan bu yana iki şeyden kesinlikle nefret etmişim, birisi bu gün hadisesi, diğeri de o yaşlı teyzenin ağır ağır sürdüğü hacı yağı kokusu. Teyze falan kimdi neydi hatırlamıyorum ve lakin, kokusu bende baki. Tutup tutup beni öptüğü için üstüme başıma sinmiş koku. Evde akşam annem babama söylenirken duymuştum, "ayol hacı yağı bu! sürülür mü öyle yıkanmış gibi??" Babam ne demişti hatırlamıyorum, ama bak günlerce çıkmadı o koku, işte bunu gayet net hatırlıyorum. Hacışakirim bile başa çıkamamıştı hacı yağıyla ahahahh..
0

Polimer Kil Çikolata Serisi...



       En sevdiğim Fimo markanın bakır efektlisi (metallic cooper -27) ile yaptığım çalışmalar.



        İlk takımda kenardaki silindir şeklindeki boncukları ahşap boncuk üzerine kaplama çalıştım. Pendantın üzerine yaptığım renkli şeritlerden, boncuk üzerlerine de yapıştırdım. Boyun kısmını floş iple tamamladım. Küpede renkli şeritleri biraraya getirip sararak o spirali oluşturdum.

 

      Pendanttaki karenin içinde uzun gelip kestiğim kapı boncuğunun akrilikten yapılan bir parçasını kullandım. Pişince ne olur acaba, dedim ama birşey olmadı :)



       Araya damarlar kattığım bakır fimonun üzerine hamur açma makinasıyla yaprak altın varak geçtim. Kalan hamurdan küpe ve üst boncuğu yaptım. Dikiş efekti vermek için ebeşuarla hafifçe bastırdım.



 



        Bu takımda baskı tekniği uyguladım. Yine bakır efektli hamura görünen şekli verdikten sonra, kurdela kapamayla kenarları kapattım. Bu aşamada kurdela kapama aparatını pense yardımıyla oldukça açın ve hamuru için yerleştirdikten sonra çok fazla olmamak şartıyla sıkıştırın. Çok sıkıştırısanız hamur inceleceği için sonrasında tutmayacak, kırılacaktır. Sadece dişler hamura biraz geçecek kadar kapatmanız yeterli. Pişince çok sağlam oluyor, merak etmeyin. Bu işlemi kesinlikle hamur pişmeden yapmanız gerekmekte.



       Baskı yapacağınız objeyi (ben desenli bir boncuk kullanmıştım) hamur üzerinde hafifçe bastırarak gezdirin.

Piştikten sonra parmak yaldız geçtiğinizde desenler daha net görülecektir.

 

      Bu küpede de yine Fimo bakır efektli  ve Fimo sedef efektli beyaz (metallic pearl -08) karışımı kullandım. Makinadan geçirdiğim karışımı kretuar ile kesip, üzerine ucu içeride olan tükenmez kalem ile hafifçe bastırdım.



        Sedefli hamur pişince olağanüstü güzel oluyor. Aslında tüm efektli hamurları pişirmeden rengini anlamıyorsunuz. Ben Fimo' nun glitter efektli kırmızı (glitter red  -202) haricindeki tüm efektli hamur renklerine hastayım. Onu sevmedim, hiçbirşeye de yakıştıramadım. Pişince acayip çirkin bir renk oluyor.

21 Ekim 2009 Çarşamba

0

Naz' a Elbise



       Bu elbiseyi annem Naz' a yazın boş dururken örmüştü. Süslemem için bana bıraktı. Daha nasılsa giymez diye el atmamıştım. Havalar soğudu, annem elbisenin akibetini merak eder oldu. Ben de geçen akşam oturup süsledim.





      Mantar aplikesinin içini dolgulu yaptım. Fotoğrafta çok belli olmamış ama tontiş tontiş duruyor. Kelebek yo yodan. Yo yoyu ortadan büzüp, anten yapınca kelebek oluverdi. :)



İşlemeleri elişi orlonuyla, zincir işi tekniğiyle yaptım.

Elbisenin etek uçarındaki minik dilimler çok hoşuma gitti.

Annem belindeki ipi kendi ipinden burup yapmıştı, ben onu çıkarıp yerine bu ebruli şerit iplerden geçirdim. Elbisenin rengi aslında fotoğraftakinden daha canlı bir yeşil. Bugün fotoğraf çekerken hava kapalıydı, gerçek rengi ortaya çıkaramamışım.



Bu da arkadan görünüşü.



Daha önce Naz için yaptığım  saç tüpü burada...



(bu arada Naz 5 Kasım'da 1 yaşına giriyor ama hala kel sayılır .) )



Yine daha önce Naz' a yaptığım elbise süslemesi de burada...



back to top