5 Ağustos 2010 Perşembe

0

Namus belasına gardaş!

Cem Karaca ile çook güzel bi anım var benim.. Onca zaman olmuş kafadan dört nala firar edeli, ama işte bi şarkılık menzili varmış. Öylesine denk geldi az önce dinledim, baktım o güzelim anı kapıma dayanmış “gitmedim bi yere hep buradaydım ben” diye.

“Madem öyle gel geç içeri, yine kurul baş köşene” dedim. Buyurdu, siz de buyurun bi döküleyim ben:

Bi dönem ev kadınlarını hedef kitle belleyen bi canlı yayın yaptık. İşte bi sunucumuz vardı, her telden çalan konuklar vardı, orkestramız bile vardı. Koskoca stüdyomuz, ellerinde mendilleriyle hazır kıta her gün yerlerine geçen stüdyo izleyicilerimiz vardı. Telefon bağlantılarımız, canlı yayın hatalarımız, kafayı sıyıran teknik ekibimiz ve her gün yayından önce mendilli teyzeleri havaya sokmak için bildiğin göbek atan cefakar stajerlerimiz vardı.

Özel bi takım günler haricinde hep canlı yayınlandı bizim program. Ama Cem Karaca’nın konuk olacağı gün o özel günlerden birine denk geldi, canlı yayınmış havasında bant kaydı yapıldı daha önce. İzleyen aradaki farkı anlayamazdı, telefon bağlantıları bile yerli yerindeydi, herbi şeyi tamdı. Zaten bir gün öncesinden çekilmişti, montajlık pek bi şeyi yoktu. Sadece bizim ekip bir günde( biri canlı diğeri bant) iki bölüm çekerek telef olmuştu. Ki bu da, kimsenin umurumda değildi.

Cem Karaca stüdyoya eşiyle geldi. Muhtemelen belleğinin kayda değer bir kısmını gerilerde bi yerde bırakmıştı, ya da.. umurunda değildi artık gerçekmiş, hayatmış, millet ne dermiş vs.. Yayından önce kulis faslında dibinden ayrılmadım. Çocukluğumdan beri, ilk gençliğimden beri.. ne bileyim işte ben beni bildiğimden beri, bilirdim onu. Ülkeyi bırakıp gittiğinde de bilirdim, abuk sabuk döndüğünde de. Yahu Namus Belasını bilirdim! Daha ne?

Dahası şöyle bi şeydi: Yayın öncesi sohbet muhabbet kısmı aldı başını gitti. Nasıl güzel bi ortam, anlatmam mümkün değil.. Sanki az sonra kayda geçilmeyecek de, böyle oturulmuş bi yere zaman durmuş, kimse farkına varmamış. Cem Karaca Namus Belası’nı anlatıyor. Ben meftun. Alenen eşini kıskanıyorum. Kadına da fena halde gıcığım zaten, o da ayrı bi mevzu.

Bi ara diyor ki Karaca: “Bazı türküler, şarkılar erkek ağızlıdır. Namus Belası da öyledir. Erkek söylemeli bunu. Kadınlar söyleyince olmuyor, sakil duruyor, saçma oluyor.”

Çok üzüldüm. Ama hakikaten çok fena üzüldüm, çünkü ben bacak kadar çocukken bile yana yakıla “Düştüm mahpus damlarına akıl veren çok olur” diye bağır bağır bağırmışım. “Namus belasına gardaş, verdiğimiz can bizim!” diye paralamışım hançeremi. Olacak şey değil! Nasıl erkek ağızlı olur bu şarkı? Nasıl kadın söylerse olmaz?? Nasıl!

İşi gücü unutalı zaten sağlamından bir saat geçmiş, battı balık çoktan yan gitmiş, böyle ufaktan ufaktan itiraza başladım “Olur mu öyle.. ama ben söylerim hep? Nasıl yani şimdi çok mu saçma hakkaten ki?” diye. Diyesi şu, evet çok saçmaymış. Bu arada eşi de destek veriyor, olmaz falan diyor, ben iyice delleniyorum.

Sonra hayata döndük, stüdyoya geçtik. Burada bi kısa özet geçeyim mekanla ilgili: Stüdyo bizim tv kanalının kiraladığı bi yer. Kanalın binasındaki stüdyo bu tür yapımları kotaracak kadar büyük değil. Hani o maçlara falan giden devasa canlı yayın arabaları var ya, işte onlardan biri stüdyonun bahçesinde park halinde, biz de yayını oradan yapıyoruz. Yani stüdyo ile iletişim öyle kısa yoldan gideyim bi bakayım mesafesinde değil. Ama benim de kafam fena halde bozuk, mesafe falan zerre umurumda değil.

Aklım hangi ara başımdan gitti şimdi bile tam olarak hatırlamıyorum. Program gayet güzel akıp gidiyor, başka konuklar da girip çıkıyor mevzuya.. Cem Karaca arada bi şarkı söylüyor. Öyle playback falan değil, geçen her yıla inat gayet canlı söylüyor hem de. Ve bitiyor artık program. Namus Belası’nı söyleyecek, bitecek. Başladı söylemeye, millet mest, ben iptal.

İşte o ara arabadan çıkıp stüdyoya gitmişim, kameramanlardan birinin yanında mevzilenmişim. Bas bas bağırarak şarkıya eşlik ediyorum. Ama nasıl şevkle söylüyorum, tarifi imkansız. Elim kolum mevzuya dahil olmuş, say ki meydanlarda tek yumruk olmuş slogan ata ata yürüyorum. Kameraman ezelden arkadaşım, feleğini şaşırdı:/ Delirdiğimi düşünmüş.

Cem Karaca fark etti halimi, ki zaten etmemesi mümkün değildi. Ama nasıl bi tepki verecek, zaten yapyığım iş mesleğin hiçbir tarafına uymuyor, adamın dikkati yerle yeksan. Naaptı ama biliyor musunuz? Döndü bana, yaptığımız tarışma hikaye oldu, şarkının kalanını bana söyledi. Böyle bir kamera, arkasında ben, kameranın önünde Cem karaca.. Karşılıklı “at bizim avrat bizim silah bizim şan bizim” diyoruz.

Ayıldım tabii sonunda.

Sunucu teşekkür faslına geçtiğinde ben de kendimi yayın aracına attım. Kimsenin yüzüne bakacak halim yok. Ama kimse de umurumda değil, Namus Belası’nı Cem Karaca ile söylemişim yahu daha ne?

At da bizim avrat da :)

bir de son not: ekşi'ye de yolladım, tam oldu..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top